RSS

Aylık arşivler: Şubat 2011

BENLERE DİKKAT

Benlere dokunmak katiyen doğru değildir.

Benler, kesilmez, tahriş edilmez, sıkılmaz. Benler ancak doktor lüzum görürse yok edilmelidir.

Bunlar çeşitli şekillerde yok edilebilir. Çoğu zaman benler elektrik tedavisi ile yakılır.

Ama kendi kendine bir takım çarelere başvurmak, bir benin sonradan çok daha zararlı olmasına yol açar.

 

 
Yorum yapın

Yazan: 27/02/2011 in Genel

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

HAZİRAN AYI

Haziran‘da her yer gülistan olur, Nur ile açılır, pembe goncalar. O kum topraklar, bağ, bostan olur Türlü türlü sebze verir bahçeler.

Havaların iyiden iyiye ısınmasıyla kıyılarda deniz mevsimi açılır. Filizkoparan, Karaerik, Gündönümü ve Ülker Doğumu fırtınaları bu ay içindedir. Ülker Doğumu fırtınası ayın ilk yarısında yağışlara yol açar.

Sağlık: Sivrisineklerin üreyip istilaya başlaması sebebiyle sıtma kendini gösterebilir. Sıcaklar dolayısıyla beslenmede etli ve zeytinyağlı sebze yemekleri tercih edilmelidir. Çeşitli meyveler, marul ve salata yenilmesi faydalıdır.
Meyvecilik : Ağaçların sık meyveleri seyrekleştirilir. Ayın 22’sine kadar yaprak aşısına devam edilir. Fındıklar çapalamr.

Sebzecilik: Hindiba, turp, karnabahar, maydanoz, hıyar, bezelye, fasulye, patlıcan, kış pırasası, kavun, karpuz ve domates fidanlarının güçlenmeleri için ilk iki yaprağının filizleri koparılır. Yetişmiş bezelye ve fasulyelere sırık dikilir. Sabahları bolca ye akşamları orta surette sulanır.

Bahçecilik: Yağmurlardan sonra bağlara kükürt serpilir. Bahçe çimenleri 15 günde bir biçilerek üzerlerinden ağır sürgü geçirilir. Her çeşit fide akşam üzeri dikilir. Yabani güllerden çelik dikilir. Yediveren güller budanır. Enginarların diplerindeki sürgünler, ürün alındıktan sonra ayrılır.

Çiçekçilik: Geçen ay ekilmiş tohumlardan yetişmiş fidanlar dikilir. Yaz şebboyu, pembe hatmi ile gelecek yıla ait çiçeklerin ekilmesine başlanır.

 

 
Yorum yapın

Yazan: 27/02/2011 in Genel

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

GÜL, NEDEN ÇİÇEKLERİN ŞAHI?

l, çiçeklerin şahı kabul edilir. Çünkü gül. eşsizdir, gül mübarektir. Kızlarımızın isimleri; Güllü, Güldane, Gülser, Gülseren, Gülveren, Gülderen, Gülsemin, Gülşen, Gülizar…

Nihad Sami Banarlı, kızlarına hep böyle gül terkibi isimler koyan Bozkırlı bir kapıcı hanıma sorar :

«Sizin memlekette çok fazla gül mü var ki, çocuklarınızı hep bu isimlerle çağırırsınız?»

«Hayır» demiş kadın. «Toprağımızda bir tek gül bile yetişmez… Ama gül başka… Gül, Peygamberimizin, Muhammed (S.A.V.) Efendimizin remzidir.»

İşte gül, milletimize kokusu, rengi ve iffetiyle Âlemlerin Efendisini, yaratılış sebebini hatırlatan bir remizdir. Bu sebeple, mübârek çiçektir. Fatih Sultan Mehmed Han, elinde gül koklarken resmini de bu rumuzla yaptırmıştır.

Bütün edebiyatımız gül lie dolup taşan renklere, teşbihlere, mecazlara bürünmüştür. Şairler arasında Ahmet Haşim‘in gülleri ele alışı, yorumlayışı, renklerini dağıtışı, toplayışı, onları canlandırışı, duygulandınşı,. güllerden gönül harcı semboller çıkarışı bir başkadır :

Bir gamlı hazânın seherinde
Isrâra ne hâcet yine bülbül?
Bil, kalbimizin, bahçelerinde
Can verdi senin söylediğin gül.
Savrulmada gül şimdi havada,
Gün doğmada bir başka ziyada…

 

 
Yorum yapın

Yazan: 27/02/2011 in Genel

 

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

İbni Sina kimdir hayatı

Miladi 980 yılında doğan ibni sina, 1037 yılında 57 yaşında iken öldü.

Ünlü Türk filozofu İbni Sina (Ebu ali el-Hüseyin bin Abdullah İbn-i Sina) Farabi’nin ölümünden otuz yıl sonra , Ağustos 980 tarihinde bugünkü Özbekistan sınırları içerisindeki Buhara şehrinin Afşane köyünde dünyaya gelmiştir ve bütün Ortaçağ Avrupa’sında felsefenin temel taşlarından birisi olarak kabul edilip “Avicenna” ismi ile ün kazanmıştır.

Çocukluk ve Gençlik Yılları

On yaşındayken o devrin klasik eğitimini bitirip (Kur’an ve edebiyat) , geometri , fıkıh (İslam hukuku) , Grek felsefesi ve mantık öğrenir. Hocalarını geride bıraktığından kendi başına teoloji , fizik , matematik ve özellikle tıp çalışır.

Onaltı yaşında ünlü olan İbni Sina , idaresi altında hekimler çalıştırmaya başlar. Bir buçuk sene süresince kendini tamamen felsefeye adar ve bu süre içerisinde kendi ifadesi ile kırk kez okuyup anlamadığı Aristo “Metafiziğini” tesadüfen eline geçirdiği Farabi’nin yorumu ile anlar. Read the rest of this entry »

 
Yorum yapın

Yazan: 26/02/2011 in Genel

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

New york Borsası alıcılı seyir izledi

Amerikan tüketicilerinin güveninin şubat ayında son 3 yılın tahminlerinin üzerinde yükselmesi ile Standard & Poor’s 500 Endeksi Ağustos ayından beri en büyük haftalık düşüşünü kesti, ABD hisseleri yükseldi.

Boeing Co. hisseleri yüzde 2.9 tırmanarak Dow Jones Endeksi içindeki en büyük yükselişi gösterdi. Longbow Araştırma’nın Intel Corp.’u tavsiye etmesi ile şirketin hisseleri yüzde 2.8 percent arttı. Kazançlarının analistlerin tahminlerini aşması ile Salesforce.com hisseleri yüzde 4.1 yükseldi.

S&P 500 Endeksi yüzde 1.06 yükselişle New York’ta 1.319,88 seviyesinden kapandı. Dow Jones ise yüzde 0.51 artışla 12.130,50 seviyesine ulaştı. Nasdaq 100 Endeksi ise yüzde 1.58 değer kazanarak 2.781,05 günü kapadı.

bogpara.com

 

 
Yorum yapın

Yazan: 26/02/2011 in Genel

 

Etiketler: , , , , , , ,

Beyin göçünün osmanlıca kod adı: DEVŞİRME


Devşirme konusunda yazıp çizen çok oldu. Osmanlıyı tamamen ele geçirdikleri yönetime hakim oldukları vs. vs.

Fakat aynı kişilere bugün Türkiye’ye beyin göçü olsa diye sorulsa en ön saflarda alkış tutarlardı! Beyin göçü nedir? Yabancı sermaye nedir? Yatırım nedir? TV leri açtığınızda bakınız iki yabancı sermaye geldi diye insanlar bayram ediyor. Biri parasal diğeride düşüncesel!

Osmanlı ilk kuruldugu andan itibaren en büyük yatırımını Beyin Göçü üzerine yapmıştır. Zaten yerli türk halkı osmanlı’nın kurduğu medrese ve eğitim yuvalarında eğitimden geçiriliyor ve türk kültürüne sahiplerdi. Ancak farklı toplumlardan olan zeki ve çalışkan cocukların tamamen türk kültürü ile yetişmeleri mevcut medrese ortamları dönemin şartları çerçevesinde yeterli değildi. Dışlanma ve yeteri kadar entegrasyon gerçekleşmemesi nedeni ile panzehir beklenirken ZEHİR olabilirlerdi.

ENDERUN ve HAREM üniversiteleri bu amaçla kurulmuştu. Bugün bu isimlerin bu kadar çok bilinmesi bizzat sarayın kontrolünde olmasındandır. Fakat osmanlı da sadece enderun yoktu! Bugün gördüğünüz her ihtişamlı osmanlı camilerinin avlularında bahçelerinde bir de enderun kadar güçlü eğitim yuvaları mevcuttu. Birilerin maksadı bağcı döğmek olunca onları görmek istemiyorlar

Her neyse..

Osmanlı döneminin farklı kültür ve toplumlarından olan zeki ve akıllı çocukları küçük yaşta alarak eğitip onlardan en iyi şekilde istifade etmiştir. Herşeyden önce onları islam kültürü ile yoğurmuşlar kıvamına gelincede saray kültürü ile pişirmişlerdir.

Osmanlı’da islam hukuku geçerli olduğu için bugün ki gibi üniversitelerde mevcut kadın-erkek aynı ortamda eğitim görme imkanı yoktu. Erkek’lerin eğitim gördükleri fakulteye Enderun, kadınlar’ın eğitim gördükleri fakulteye de HAREM demeyi uygun görmüşlerdir. Yabancı erkeklerin kadınlarla işli dışlı olmamsı nedeni ile kadınlar bölümü HAREM ismi ile anılmıştır. Harem mahrem bölgedir. Haremlik selamlık ismide osmanlıdan kalan kültürel bir isimdir. Her evin bir HAREM’i vardır. Bu yüzden padişah’ın harem’i yani aile hayatı ile EĞİTİM ÜNÜVERİSTE harem’i ısrarla karıştırılmaya çalışılmaktadır..

Enderun daki eğitim ile Harem’deki eğitim birbirinden farklı olup biri devlet yönetimine yönelik iken bir nevi SİYASEL BİLİMLER AKADEMİSİ gibi diyebiliriz. Diğeri daha çok yaşama dair eğitimi içermekte idi.

Günümüzdeki beyin göçü ücretli çalıştırmaktan ibaret iken osmanlı bunu daha ileri düzeyde uygulayıp sıfırdan yetiştirip hem dini hem milli hem de kültürel olarak TAM OSMANLI olarak yetiştirmiş. Ve HAREM’de yetiştirdiği eğitimli kızlarla da evlendirerek tamamen bir osmanlı hakimiyetini birey üzerinde sağlamıştır.. SADAKAT’i en üst düzeye çıkartmıştır.

Enderun’un askeri kanatı da yeniçeri ocağı olarak isimlendirilmiştir. Beyin göçleri bireylerin kendi isteklerinden çok ailelerin çocuklarının daha iyi yerlere gelmesi arzusundan bizzat ailelerden çocuk yaşta alınarak gerçekleşmiştir. Ya da savaşlarda alınan toprakların esir düşmüşlerin zeki cocuklarıdır.

Yetiştirilen beyinler sadece osmanlının merkezi istanbulda kalmamış kendi topraklarına gönderilerek oralarda da osmanlının hakimiyetini pekiştirmişlerdir.

Düşünün Kanuni macaristanı aldı. halkı macarca konuşur. Peki 150 sene onlarla osmanlı merkezi yönetimi nasıl diyalog kurdu? Onlarla nasıl iletişime geçti. Dil farklı kültür farklı. bugün macaristan gibi 40 dan fazla devlet osmanlı topraklarında idi. Hepsi ile nasıl iletişime geçilecek 100 farklı dil. PAdişah ya da osmanlı birokresisi hepsini bilecek değil öyle değil mi?

İşte sürekli eleştirilen ve ortaya atılan DEVŞİRME gerçeği de burada devreye geçiyor. Osmanlı hakimiyeti altındaki farklı kültürlerle kendi yetiştirdiği oranın halkından olan BEYİN’lerle köprü kurmuştur. O beyinleri kendi yetiştirdiği kızlarla evlendirerekte kontrol altında tutmuş sadakatininin üst düzeyde kalmasını sağlamıştır.

Bugün en basit PKK gibi sorunlar isyanlar o zaman hiç mi yoktu? Macaristana girdiğinde herkes teslim mi olmuştu? Dağa çıkan hiç yokmuydu? biz iki karış kandil dağını temizleyemiyoruz bu kadar üstün teknolojiye rağmen hala şehit veriyoruz.. Osmanlı zamanında 40 ayrı toprağın her birinde hiç mi isyan yoktu?

Kısaca dar görüşlü, ufukları sadece uçkurundan ibaret beş para etmez insanların saçma sapan yorumları ile devasa büyüklükteki osmanlı hakimiyeti anlaşılamaz. Onlar sadece yazar çizer maaşını patronlarından alır susar. Ne derin kültürleri ne milli duyguları ne de vatan sevgileri vardır. Kimseyi ithamda bulunmuyoruz. Taş atan kendini bilir.

En azından biz ufkumuzu genişletelim onların kısır düşüncelerine mahkum olmayalım. Tarihimize küsmeyelim. Hayranlığımızı haykıralım. Olayı sadece padişahların cinsel hayatları ile sınırlamayalım. Sevelim sayalım. Gurur duyalım. Beyinleri sadece yatakta çalışanların oyuncağı olmıyalım

Son olarak süper güçlük osmanlıdan ingiltereye geçmeye başladığında da beyin göçü de ingiltereye kaymış ve osmanlının en büyük silahı düşmanlarının eline geçmiştir. Bugün de beyin göçü amerika ve avrupaya hala devam etmekte. zeki türk öğrenciler burslu olarak avrupa ve amerika üniversitelerinde okutulmaktadır. Hatta bunun için fırsatlar verilmektedir. Ve zeki olanların o ülkelerde kalmaları için her türlü imkan karşılanmaktadır. NASA’dan CERN’e bir çok türk o ülkelere hizmet etmekdir. 400-500 yıl öncede dünyanın zeki cocukları istanbul’a gelebilmek için yarışıp bunun hayalleri ile gece yataklarını girmekte idiler..

Bugün kaçınız yurtdışındaki üniversitelerde eğitim görmek istemezdi? Ya da cocuğunuz oxford ya da harward üniversitesinde okumasından gurur duymazdınız? Kaç mühendis BMW, Siemens, Mercedes fabrikalarında çalışmak istemezdi.

Gururla ben afganistan’ın kabil şehrinde üniversite eğitimi alıyorum diyeni duydunuz mu hiç?

gerçeklerde buluşmak ümidi ile

imdat sezer

 

hurrem.net

 
Yorum yapın

Yazan: 19/02/2011 in Genel

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , ,

Belcikali sigorta sirketi Ageas Aksigortaya talip

AMSTERDAM Belcikali sigorta sirketi Ageas nv (AGESY),Aksigorta’nin %31lik hissesine $220 milyon (EUR145 milyon)karsiliginda talip oldugunu bildirdi.

bogpara.com

 

 
Yorum yapın

Yazan: 19/02/2011 in Genel

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , ,

Kendi Canını koruyamıyan imparatorluğu nasıl korusun

Muhteşem yüzyıl dizisinde çok sinsi bir tuzak var. Yavaş yavaş işlenip en sonunda Kanuni Sultan Süleyman’ın kalbine öyle bir saplanacak ki TÜM TÜRKİYE ondan nefret ettirtilmek istenecek!!

Nasıl mı?

Çok iyi izleyin. Mustafa rolundeki çocuk cok planlı şekilde sevecen masumane tatlı şekilde önplana çıkartılmakta ve bilinç altına bu çocuk nasıl öldürtülür diye yerleştirilmekte. Hürrem Sultan ne kadar gaddarmış. Ne büyük saltanat hırsı varmış diye için için beyinlere işlenmekte. Her bölümde damla damla bu işleniyor.

Şehzade Mustafa öldürüldüğünde 38 yaşındadır. Öldürülme nedeni isyandır. 1540-1553 yılları arasında da 13 yıl Amasya valiliği yapmıştır. Yani emrinde asker ve ordusu da bulunuyor. Unutmayın yavuz sultan selim de trabzon valisiyken babası beyazid’e karşı isyan etmiş fakat hayatta kalmayı başarmış ve iktidara gelebilmiştir.

Burada çok ince bir nokta vardır.

Kanuni Sultan Süleyman 46 yıl padişahlık yapmıştır. Bu koskoca yarım asır demektir. En uzun padişahlık yapan osmanlı padişahıdır. Hali ile bu kadar uzun süre kendisinden sonra geleceklerin iktidar mücadelesine daha Kanuni Sultan Süleyman Han’ın hayatta iken başlamalarına neden olmuştur.

Kanuni Sultan Süleyman’ın otoriter ve güçlü olması kardeşler arası mücadeleyi daha diplomatik hale getirmiştir. Şöyle bugünki iktiadar ve muhalefet kavgalarına bir göz atınız. en basidi 10 sene önceye gidip 28 şubata bakınız. İktiadara tek başına gelme riski olan ERBAKAN’a karşı orduyu kullanan derin devleti düşününüz.. Ya da 17 sene öncesine gidiniz İktidar olmuş ve icraatlarını ısrarla yapmaya çalışan Turgut Özal’ı düşününüz.. O iktidarda iken yapmak istedikleri derin güçlerin gladyonun zararına olduğu için öldürülmedi mi?

Bugün bile iktidar kavgasından dolayı cumhurbaşkanını bile kırpmadan öldürürlerken ya da muhsin yazıoğlunun helikopterini düşürüp 3 gün boyunca bulunmasını engellerlerken.. neyse..

Kanuni’nin hayatta iken bir iktidar mücadelesi başlamış ve ilk kaybeden Şehzade Mustafa olmuştur.. Dedesi Yavuz gibi darbe yapıp başarılı olabileceğini sanmış ama başarılı olamamıştır..

Ve tarih boyunca en büyük kahpelik ise Hürrem Sultan üzerinden Kanuni Sultan Süleyman’a saldırmak olmuştur. Osmanlıya olan düşmanlıklarını kinlerini nefretlerini ancak böyle dökmüşlerdir.

Daha sonra Hürrem Sultan‘ın oğlu Şehzade Beyazid aynı iktidar mücadelesine devam ettirmiştir. Hürrem mi dedi kendi oğluna git iran’a sığın diye? Durduk yere hadi ben tatile gidiyorum iran’a mı dedi? Hayır efendim. Ne alaka! Ortada koskoca iktidar mücadelesi var ve hürremin kendi oğlu da bu mücadeleyi başaramıyor.

En becereksiz dedikleri kıbrıs fatihi 2. SELİM HAN iktidara emin adımlarla ilerlemiştir.. Dönemin şartlarına ve konjoktörünü çok iyi bilmek gerekiyor. 2. Selim santac tahtasında hamlelerini çok iyi oynamış ve kardeşler arası iktidar mücadelesinde hayatta kalmayı başarmıştır.

Firaset nedir hiç duydunuz?

Peygamber efendimiz ne buyurmuştu:

“Müminin firasetinden korkunuz çünkü o Allahın Nuru ile bakar.”

Eğer gerçekten şehzade mustafa firaseti ile önünü görse santraçta doğru hamleyi yapabilse iktidar o olurdu. Yani padişahlık mücadelesini hak edebilirdi.

Fakat görülüyor ki başaramamış. Canını koruyamamış. Yavuz Sultan Selim han babasına ilk baş kaldırdığında geri çekilmiş daha sonra babası hayatta iken onu tahttan indirtip yerine geçmiştir.. Ve arka arkaya fetihlere koşup şah ismailin canını okumuştur.. O dönemin atmosferini görerek doğru hamleyi yaperken, dedesine özenen şahzede mustafa ise dönemin havasını tahmin bile edememiş şah ve mat olmuş..

Farz edelim ki kanuni iddia edildiği gibi KANUN’lara göre değil de HÜRREM‘e göre davrandı ve taraflı idi. Padişah adayı bir insan bu ihtimalleri de düşünemez mi? Babası ile anasının ilişkisini ya da hürremle babasının ilişkisini hiç mi görmüyordu? Böyle bir ihtimal olmuş olsa mücadeleyi iki kişi ile yapmak yerine diplomasiyi çok iyi yapar savaş ve isyan yerine farklı hamleler yapar canını babasının ölümüne kadar korumaya çalışırdı.. Hangi padişah adayı olursa olsun böyle AŞK-MEŞK ilişki olmuş olsa ona göre davranırdı.. Ama davranmamış. Sorun Hürrem-Kanuni ilişkisi değil, HIRS-Mustafa ilişkisi olmalı ki hırsına erken yenilmiş..

Bakın 2-3 kardeş arası rekabetten daha acısı nedir biliyor musunuz? 2-3-5 devletle rekabettir. Mücadeledir. İçerdeki rekabeti şavaşı kazanamayan dışarıdaki savaşı asla kazanamaz. İçerideki otoriter dengeyi sağlayaman, uluslararası dengeleri asla kuramaz.

İşte biz bunu diyoruz. Henüz kendi otoritesini koruyamamış. Padişahlığa ilerliyen yolu sonuna getirememiş bir kişi ağzı ile kuş tutsada fayda etmez. O kişi imparatorluğu da dış güçlere karşı doğru stratejilerle koruyamaz.

Bu konuları yazmak konuşmak bizim haddimize değil. Ancak düşman zehirli hançerini yüreğimize doğru saplamaya kalkmışken susmakta bize HARAM’dır.. Hadisi şerifi tekrar yazmakta fayda var:

“Müminin firasetinden korkunuz çünkü o Allahın Nuru ile bakar.”

Firaset, kalp gözüdür. Önünü görebilmektir. Hata yapmamaktır. Yanlışa düşmemektir. Yanlış kararlar vermemektir.

Bizim Kanuni Sultan Süleyman Han Hazretlerinin firasetinden asla şüphemiz yok. O yüce bir sultan. O devrinin kutbu.. O Allahın Sevgili kulu.

Yeri geldiğinde ümmeti muhammedin geleceği için kendi evladını bile feda edebilecek kadar islam aşığı.. Kuran aşığı..

Başka söze hacet var mı?

 

www.hurrem.net

 
Yorum yapın

Yazan: 16/02/2011 in Genel

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

Allah’ın takdirini hiç kimse bozamaz!!

Osmanlı dev­letinin kurucusu Osman Gazi, Şeyh Edebali’nın evi­ne misafir olur. Yatsı namazını kıldıktan sonra, misafir odasına çekilir Sedirin üzerinde serili bulunan pamuk yatağın üzerine uzanacağı sırada, gözüne duvarda asılı duran bir kitap iliş­ti. Hemen ayağı kalktı. Kitabın Kur’an-ı Kerîm olduğunu anlayan Osman Gazi yatmaktan vaz­geçti.

Şeyh Edebalı, sabah namazına çağırmak için Osman Gazi’nin odasına girdiği zaman, onu diz çökmüş halde Kur’ân’ı Kerîm okuyor vaziyette buldu. Şeyh Edebalı ayrıca yatağın tertibinin hiç bozulmamış olduğunu da hayret­le müşahade ettikten sonra, serilen döşeği be­ğenmedi zannıyla üzüntülü bir şekilde, Osman Gazi’ye, yatağa neden girmediğini sordu.

İslâmiyet’in aziz bayrağını tam bir liyakatle altı yüz sene üç kıtada dalgalandıracak olan bir imparatorluğun kurucusu Osman Gazi, ev sahi­bine şu cevabı verdi:

– Asılı duran kitabın Kur’ân-ı Kerîm oldu­ğunu anladıktan sonra, bu odada uzanarak yat­mama imkân yoktu. Benim Kur’ân-ı Kerîm’e karşı beslediğim hürmet ve saygı nişlerim, onun bulunduğu odada yatmama engeldir…

İşte sevgili okuyucular. Osman Gazi o gece 6 saat hiç uyumadan Kuran’ı kerime olan hürmetinden diz üstü oturdu. Allah her bir saati için onun nesline bir asır verdi. Yani 100 yıl. Ve toplam 600 yıl sürecek Osmanlı İmparatorluğununun kurucusu oldu..

Kısaca Allah’ın takdirini hiç kimse bozamaz. Yaşananlar meydana gelen tüm olaylar Allahın takdiri çerçevesinde gerçekleşmiştir.

Tıpkı 60 sene yaşayan bir insan gibi. Doğdu, büyüdü.. Gençlik yıllarını yaşadı. İstanbulu feth etti. Sonra olgunluk dönemini yaşadı ve yavaş yavaş piri fani oldu. İhtiyarladı.

Siz hiç dedenize dönüp, dede dede neden genç kalmıyorsun? neden 17’lik delikanlı değilsin der misiniz? Ya da öyle diyen birine hangi gözle bakarsınız? Behey ahmak mısın sen? her doğan bir gün ölür demez misiniz?

O yüzden ahmed geçse şöyle olurdu mehmed geçse böyle olurdu asla düşünmeyin. Osmanlı kuruluncaya kadar anadoluda o kadar güçlü beylikler vardı ki? En azıyı en cılızı neredeyse osmanlı beyliği idi.. Ama temiz kalpliği sağlım yürekliği o beyliği koca bir imparatorluk yaptı..

Allah’ın takdirini ne hürremler bozabilir ne de kösem sultanlar.. Onlar sadece Allah’ın takdirinin gerçekleşmesine vesile olurlar..

Gönlünüzü ferah tutunuz. İmanınız sağlam olsun. İnancınızı bozmayınız. Çevrede dolaşan tonla fitne fesat ve iftira yazılarına kanmayınız. Geçmişinize tarihinize olan saygıda kusür işlemeyin. Sahip çıkınız. Düşmanların tuzağına düşmeyiniz.

Onların oyunlarını hep beraber boşa çıkartalım..

Allah’ın takdirini onların oyunları da engelleyemiyecek! Osmanlıya 600 sene ömür veren rabbim sonrasında doğacak güneşleri de yaratmıştır..

www.hurrem.net

 
Yorum yapın

Yazan: 16/02/2011 in Genel

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

Şehzade Muhsin’i de mi Hürrem Öldürttü?

Tutturmuşlar Şehzade Mustafa’yı oğlu tahta geçsin diye Hürrem Sultan öldürttü diye. Peki neden diye sorduğumuzda, hemen cevaplıyorlar: annesi mahi devran sultan! O geçerse valide sultan olamıyacak. Hali ile ben olsam öldürtürdüm, o zaman o da öldürtmüştür. Tabi sen olsan öyle.. Ama onlar sen değil ki..

Mantık bu. Felsefe bu. Tarihi çarpıtmak, kendi yorumları ile doldurup çığırından çıkarmak.

Peki soruyorum. Şehzade Muhsin’i de Hürrem Sultan mı öldürttü?

Hani bir Şehzade vardı Sivas illerinden.. Tek başına 550 milletvekiline bedel kahraman.. Terörü destekleyen vekiller mecliste düğün bayram yaparken, o maraşın dağlarında üşüyordu..

Entirika.. Entirika.. Entirika..

Diye bağırıyoruz. Hala 400 yıl önceki davayı çözemedikte 40 ay öncemizdeki davayı ne zaman çözeceğiz..

Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterini kim düşürttü? 3 gün boyunca bulunmasına kimler engel oldu?

Geleceğin başbakanı belki cumhurbaşkanı adayını kim engelledi. Kim valide sultan olamamktan korktu? Hangi gizli güçler başa geçerse inek gibi sağamayız diye korktu?

O kadar uzaklara gitmeyiniz. Vatanınızı milletinizi seviyorsanız 40 ay öncesine dönüp bir bakınız..

Evet ne alaka? diyenler mutlaka çıkacak. Asıl entrika bugün içinde yaşadığımız toplumda dönüyor. Asıl fitne, asıl fesat burada..

Madem bir diziyi kaçırmadan izliyorsunuz biraz da bugünleri düşünün.

Kafanızda düşman oldugunuz Hürrem Sultan’ları mumla aratacan ne hürremler var bağrımızı hançerleyen..

Siz onları göremedikten sonra tarih okusanız ne fayda..

Sorun bakalım, Şehzade Muhsin’den kim ne istemiş olabilir? O can’ı nasıl kıydılar…

Şehzadeler padişah sonrası devletin başına geçecek olanlardır. Demokraside muhalefet liderleri her zaman yeni iktidar adayı. Savaşlar ve entrikalarda işte burada başlıyor.

Gizli yöneticiler de işte onların anneleri ya da onları var edip bir partinin başına koyanlar olabilir mi dersiniz? Yorum milletin. Entrikalar dönmeye devam ediyor.

Bu dizi bize çok şeyler öğreteceğe benziyor.

Olaylara farklı pencerelerden bakmamıza sağlayabilir belki.

 

 
Yorum yapın

Yazan: 14/02/2011 in Genel

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

Hürrem’in Padişah Oğlu KIBRIS’ın fatihi

İzledikleri iftira dolu diziye kanıp tarih okumadan atıp tutanlardan şok bir iddia da. Hürrem Sultan intikam almak için en becereksiz evladını osmanlı padişahı yapmış.

Kim peki bu en becereksiz oğul?

Tabi ki 2. Selim Han Hazretleri.. Namı diğer Sarı Selim.

İnanılmaz ama ŞOK.. Topu topu 8 senelik padişahlık yapmış. Ve döneminin en büyük fethi ise KIBRIS’ı 50 bin şehit vererek alması olmuş.

Bunu kaç kişi biliyor. Fatihin İSTANBUL’u feth etmesi kadar önemli bir kaleyi osmanlı topraklarına katmış. Taa ki 1923 LOZAN ANLAŞMASINA kadar..

Lozan anlaşmasında ne yazık ki ismet inönü Kıbrıs’ı istemeyi bile cesaret edememiş. Vatan toprağını ingilizlerin kucağına teslim edivermiş.

Acaba tarih’te düşmanlardan medhiyeler övgüler almak için vatan toprağını peşkeş çekmek mi lazım? Ya da anası hakkında bin türlü dedikodular babasına bintürlü iftiralar ve kendisine ağzı alınmayacak hakaretler yağdıracak insanların gelmesi için düşmanların toprakları söke söke ellerinden almak mı gerek..

Uyanın ve kendinize geliniz. Bakın bir PKK terörünü bile yok etmekten aciziz. Kuzey Irak’a asker gönderebilmek için bin yerden icazet almak gerekiyor.

2. Selim ise bugünkü PKK’lılardan daha beter olan Kıbrıs’a yerleşmiş korsan’ları yok etmek için harekete geçmiş papalık ve venediglerin ittifakına rağmen yılmayıp orayı vatan toprağına katmıştır…

Kıbrıs fatih’i 2. Selimin anasının soyunu sopunu sorgulayacaklar, Kıbrıs’ı lozan da istemeyi bile cesaret edemiyen İsmet İnönü’nün soyunu araştırsınlar..

İsmet İnönü’nün vakası sadece kıbrıs değil RODOS adasını da istememiştir. İtalyanlar çekilirken istemiyoruz diyecek kadar vatanından uzaktadır.. Peki neden?

Peki bunları araştırmaktan ya da konuşmaktan aciz biz, Padişahların anaları babaları hakkında verip veriştirmekten utanmıyor muyuz…

İcraatlar ortada..

 

 
Yorum yapın

Yazan: 13/02/2011 in Genel

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,

Osmanlı’ da haremin gerçek yüzü

Bir ülkede deprem sözkonusu olursa jeologlar, hastalıklar sözkonusu olursa doktorlar, savaş sözkonusu olursa siyasiler ve askerler konuşurlar. Bu bizim ülkemizde de böyledir. Ancak bizde iki konu vardır ki bunlar üzerinde herkes konumuna, birikimine, eğitimine bakmadan üstelik de allame edasıyla konuşur. Bu konulardan bir tanesi dindir diğeri tarih.

Tarihle ilgili bir şeyler söz konusu olduğunda siyasetçi konuşur, gazeteci konuşur, televizyoncu konuşur vs. Bir Allah kulunun aklına da bu işin profosörleri bulup konuşturmak gelmez. Veya gelir de, onların söyleyecekleri işlerine gelmez.
Tarih deyince her zaman revaçta olan konulardan bir tanesi de Osmanlı ve haremidir.

Bunu içoğlanları takip eder. Ardından valide sultanlar, kadınlar saltanatı, devşirmeler vs. böyle gider.

İlim ahlakına sahip bir tarihçinin Osmanlı haremi konusunda söyleyeceği şeyler çok azdır. Çünkü elinde bu konuyla ilgili yeterli belge, döküman vs. yoktur.

Kalın duvarlarla çevrili harem binası, etrafındaki harem ağalarına ait binalar ve diğer ocakların daireleriyle adeta ulaşılması imkansız bir kale gibidir. İçinde değil, etrafındaki kendilerine ait binalarda yaşayan, zorunlu hallerde Haremin içine girmeleri gerektiğinde salavat-ı şerife getirerek dolaştıkları bir ortamdır. Her odanın kapısının girişinde, duvarlarında ayetler, hadisler, dualar bulunan bir mekandır Harem.
Zorunlu hallerde ancak harem ağalarına ve tabiplere açılan bu mekana yabancı seyyahların, tarihçilerin nasıl girip, orada adeta gezmiş dolaşmıs gibi haremi anlatışlarına şaşmamak elde değil. Kaldı ki bizimkilerin en çok esas aldıkları, kullandıkları kaynaklarda, ilmi otoritelerce yüzlerce kez tenkid edilmis, çürütülmüş bu batı tarihçilerinin kitaplarıdır.
I. Ahmed döneminde saraya gizlice girdiğini iddia eden Venedik elçisi Ottavinano, ancak Revan Kasrı’nın önündeki havuza kadar olan yerleri görebildiğini söyledikten sonra padişahın odasındaki cariyesiyle nasıl ilişki kurduğunu detaylarıyla anlatmakta ve insanlar da bu anlatıma değer vererek kaynak gösterirken yapılan ilmi ahlaksızlığa çanak tutmaktalar.
18. yüzyılda bile ancak yazlık sarayların boş haremlerini gezebilen batılı birkaç yazar, nedense göremedikleri kısmı hayalleriyle doldurmayı denemişlerdi. Havuzu gördüler ama havuz sefalarını kendileri uydurdular sonra da uydurduklarının resmini çizdiler. Hata yaptıklarını belki de hiç bir zaman düşünmediler çünkü kendi kırallarının kadınları ile yaşantıları öyleydi. Birlikte oldukları düzinelerce kadının yarı çıplak resim ve heykelleri ile saraylarının duvarlarını süsleyen bir zihniyetin Osmanlı hükümdarlarındaki edep kavramını anlayabilmelerini zaten beklemiyoruz.
Ama anlayamadığımız, bizim bize bunu nasıl yapabildiğimiz. Yıllarca Topkapı sarayını gezdiren rehberlerin turistlere Harem’in duvarlarında yazılı Arapça metinleri göstererek bunların padişahların cariyeleri için yazdıkları aşk şiirleri olduğunu söylemelerini, ellerindeki broşürlerde de böyle yazmasını hangi düşünceyle izah etmek gerek bilemiyoruz. Zira bu Arapça metinlerin tamamı Kur’an ayetlerinden ve dualardan başka bir şey değil. Hükümdarların çıplak cariyelerin danslarını seyrettiği idda edilen Hünkar Sofası Daire’sinin duvarlarında Bakara Suresi 257. ayetinden itibaren yedi ayet yazılıdır ki bir ayetin meali aynen şöyledir: “Allah kendisine hükümranlık verdi diye (şımarıp azarak) Rabbi hakkında İbrahim ile tartışanı görmedin mi?” Sanki adeta Osmanlı hükümdarı bu ayetle gerçek hükümdarın kim olduğunu, hükümdarım diye şımarıp azdığı taktirde Nemrutlaşabileceği ihtimalini, hergün bilinç altına kazıyor, iman edenlerin karlı bir konumda, Nemrut gibi imansızların ise ne derece zararda olduğunu görüyor ve okuyordu.
Doğru! Bu sofada padişah eşleri, çocukları, kızları, validesi ile birlikte oturur ve helal dairesinde (yani kimseyi huzurunda yarı çıplak oynatmadan) sazlar çalınıp ilahiler söylenip eğlenilirdi. Ancak bugünkü insanların eğlence kavramından anladıkları şey otomatikman Osmanlı padişahının da öyle eğlenmiş olması gerektiğini düşündürtüyordu onlara.
Onlar bunları yaptıklarına dair (yani hamam havuz sefaları, yarı çıplak cariyelerin dans etmesi gibi) belge bırakmayınca bizimkiler hayallerini belge-vesika-kaynak haline getirdiler.
Öyle ya; bir erkeğin elinin altında 300-500 cariye olur da nasıl bunlarla gününü gün etmez ki. Hele hele 36 Osmanlı padişahının içinden 15 tanesinin sadece bir veya iki kadınla birlikte olduğu diğerlerinin de en fazla yedi sekiz kadınla aile hayatı yaşadığı belgelerle gözlerine soksanız bu sefer de pişkin pişkin sırıtıp Osmanlı padişahlarının erkekliklerini sorgulamaya kalkacaklar.
Hemen şunu da belirtelim; şu an tek eşli (ama çok metresli) evlilik sisteminin içindeki insanlar olarak, Osmanlı padişahının birlikte olduğu 7-8 kadın bile bize çok abartılı gelecektir. Ancak unutmamak gerekir ki Osmanlı’nın yaşadığı dönemde tıpkı dünyanın her yerinde olduğu gibi bir kralın güzel kölesini istediği gibi kulllanması ve bunların sayısının yirmiye otuza çıkması normaldi. O kadar normaldi ki krallar bu kadınlarının heykellerini yaptırıp saraylarının yüksek duvarları üzerine herkesin görebileceği şekilde koydurabiliyorlar ya da yüzlerce genç ve güzel kadınla hamam sefası yapabiliyorlardı. Bizim haremi sorguladığımız gibi Avrupalılar kendi krallarının bu hallerini asla sorgulamadılar. Tarihlerinin yaşanmış bir gerçekliği olarak tarihlerinde bıraktılar.
Oysa biz, asla yaşanmamış sahneleri alıp, doğru gibi kabul edip, kendi kendimize duyduğumuz saygıyı ve özgüveni aramızdan kaldırdık.
1909 yılına kadar Harem Dairesi’ne padişahtan başka, ancak mecburiyet halinde Harem Ağaları ve doktorlar girebiliyorlardı. Son onüç yıllık dönem ise Haremi görenlerin hatıratlarında oldukça net bir biçimde anlatılıyor. Yazık ki (!) orada bile havuz – hamam sefaları yok.
Peki o zaman “Bu Harem nasıl bir yer?” denilebilir.
Kısa ve net bir cevap verelim: Tek idarecisinin Valide Sultan olduğu (yani padişahın annesi) kendisine ait, padişahın bile bozamadığı çok kesin ve katı kuralları bulunan yüzlerce genç kızın, dönemin ilim anlayışına göre en iyi eğitimi aldığı, nihayetinde de devletin önemli kademesindeki görevlilerle evlendirilerek teliyle-duvağıyle-çeyizi ile gönderildiği bir bayanlar mektebidir.
Evet, tam anlamıyla böyledir. Çünkü saraya çeşitli yollarla (esir alınarak veya satın alınarak) alınan kadın köleler yani cariyeler “Acemi” statüsü ile saraya girerler. Bunların padişahla görüşebilmesi mümkün değildir. Öncelikle padişahla karşılaşabilecek, konuşabilecek bir eğitime tabi tutulmaları gerekmektedir. Eğer bunların içinden gerek zekası, gerek güzelliği ve kabiliyetleri ile dikkati çeken birisi olursa bunlar daha özel bir eğitime tâbi tutulurlar ki saraydaki 500-600 cariyenin ancak %10’u bu guruba girebilir. Bu %10’un içinden onları yetiştiren kalfalar ve Valide sultanın dikkatini çekebilenler ancak, has odalık olabilir ki bunlar padişahın özel hizmetlisi konumundadır.
Eğer Has Odalık olarak ayrılan cariyeler padişahın dikkatini çekmeyi başarabilirlerse, yani padişahla karı-koca hayatı yaşarsa ikbal mertebesine yükselir. Genellikle de ikballer padişahın çocuğunu doğurduğunda Kadın Efendi olurlardı. Bunun bir üst mertebesi Kadın Efendinin Valide sultan olmasıdır ki o da ancak doğurduğu çocuk tahta çıkarsa mümkündür .Özetle bütün kıyamet 600 cariyenin içinden aynı anda sayıları dördü beşi geçmeyen Kadın Efendi ve İkballer yüzünden kopmakta.
Şunu da belirtelim ki, Osmanlı padişahı dileseydi o dönemde dünyanın her yerinde olduğu gibi bu 500-600 cariyeyi önünde resmi geçit yaptırıp içlerinden dilediğini de seçebilirdi. Bunu yapabilecek siyasal otoriteye de, cariye köle konumunda olduğu için dinsel özgürlüğe sahipti. Oysa o hareme girerken içeriye haber verilir ve onun geçeceği yol üzerindeki bütün dairelerin kapıları kapatılır, kazara bir cariye padişahla karşılaşacak olursa yaptığı edepsizlik sayılır ve o cariye cezalandırılırdı. Öyle ki kitaplar, bu “kazara” karşılaşmalara tahammül edemeyen padişahların yüksek ökçeli takunyalar yaptırıp Harem’in içinde iken bunlarla dolaştığını yazdı. Geldiği anlaşılsın ve yolunun üzerinden çekilsinler diye. Cariyeleri bırakın, çıktığı seferde nikahlı karısını bulunduğu şehre getirtmeyi unuttuğu için karısının sitem dolu mektuplarını alan padişahları yazdı arşiv vesikaları.
Koca Sultan’ın sitem dolu mektuba cevabı ise;
“Varın söyleyin Hafsa Sultan‘a: Biz gaza kılıcını kuşanmışız. Gayrısından başkasını gözümüz görmez” olacakdı.
Buraya hatıralarına ve mahremiyetlerine hürmetsizlik olmasın diye isimlerini yazmayacağımız bir hükümdarımızın gözdesi ile arasında geçenleri de almak durumunda kalacağız. Zira köle bile olsa, rızası olmadan padişah ile karı-koca hayatı yaşamadıklarının pratikte delili gibidir bu hatıra.
Koca Sultan’ın aziz ruhundan özür dileyerek;
Kızı anlatır padişahımızın: “……….. kumraldı, ela gözlü idi, 23 yaşında kadardı. Gayet de iyi tahsil görmüş, son derece zarifti. Daha saraya intisab ettiği (girdiği) günden itibaren babam kendisinden pek hoşlanmıştı. Artık, daima onu yanında gezdiriyor, kendisi ile uzun uzun, tatlı tatlı konuşuyordu. Lakin bütün bu “iltifatı şahaneye” rağmen elâ gözlü dünya güzeli, hükümdarın bazı arzularına “evet” demiyordu. Onun bu şiddetli mukavemeti babamın kendisine karşı alâkasını daha ziyade arttırıyordu. Bu hal böyle tam beş sene devam etti. Elâ gözlü güzelde hiç bir değişiklik yoktu……….”.
Bir bayram günü, çok güzel görünen kız padişahın huzuruna girer tebrikini yapar. Hünkar “Hâlâ inadında devam mısın?” diye sorar. Genç kız gözlerini yere indirip susar. Bunun üzerine Hakan ” Hem sen bugün ne kadar güzelsin!” der. Genç kızın bu iltifata cevabı şu olur: “Efendimiz!! Ömrüm oldukça size canımı feda etmeye daima hazır olacağım. Yanınızdan ayrılmam. Fakat bütün dünyayı bağışlasanız asla hareminiz olmam!.. Çünkü kocam olacak erkeğin yalnız ve yalnız bir karısı, yani tamamen bana ait olmasını isterim, aksi halde kimse ile evlenmem…..”
Güzelden ümidini kesen Hükümdar ona bir konak alır, içini donatır. 45 Yasında gayet dindar bir kıranta (oturaklı, gösterişli, bakımlı, orta yaşlı) zatla evlendirir. Kocasının tek eşi olarak hayatını devam ettirir.
Binyediyüzlü yılların başında İstanbul’a gelen İngiltere Büyükelçisi’nin eşi Lady Montague’nin hatıraları batılıların pek hoşuna gitmedi. Hareme girebilen Lady’nin yazdıkları daha önceki ve sonraki batılıların yazdıklarına ters düştüğü için, gerek o dönemde, gerekse daha sonra Lady Montague’yi yalancılıkla itham eden pek çok yazar çıkacaktı. O’nun ülkesi olan İngiltere’de üstelik de 1800’lü yıllarda, evli bir erkek çok rahatlıkla karısını gazeteye “ihtiyaçtan satılık ev kadını” ilanı vererek satabildiği için, Osmanlının saraya giren kadın köleye maaş bağlamasını, eğitim vermesini, sonra da değerli çeyiz ve mücevherleri ile saraydan âzâd etmesini elbette anlamakta zorlanacak ve inkâr yolunu tercih edeceklerdi.

Aşağıda, onun mektuplarından yaptığımız alıntı, ne demek istediğimizi daha da iyi izah edecektir:

“Bu milletin din ve töreleri hakkında eksik bilgimiz var. Dünyanın bu tarafına seyrek geliniyor. Gelenler de ticaretten başka bir şey düşünmeyen tüccarlar. Türkler ise, bunlarla yüz-göz olmayacak kadar ağırbaşlılar. Bu sebeple tüccarların getirdikleri bilgiler yalan yanlış oluyor.

Belki de dünyanın bütün kadınlarından daha hür….. Hayatı hiç aksatmadan, zevkle süren, kaygılardan uzak yaşayan, boş vaktini komşu ziyaretleriyle, hamamlarda yıkanmakla, ya da bol para harcayıp yeni yeni modalar çıkarmakla geçiren yeryüzündeki tek kadın.

Avrupa’da hiç bir saray düşünemem ki, orada yabancı bir kadına karşı bu kadar namusluca davranılsın.

Hamamda ikiyüz kadar kadın vardı. Hiç birinde bizdeki gibi alaycı gülüşmeler ve fısıldaşmalara rastlamadım. Üstelik benim için “güzel, çok güzel” dediklerini işittim. Bir kadının, bir başka kadın için “güzel” diyebilmesi hâyâl bile edilemez.
Konakların hepsinde bir harem dairesi ve cariyeler var. Ancak bu cariyeler evin hanımına âit hizmetçiler. Evin erkeği ömrü boyunca bunları yolda görse tanımaz. Ne kadar garip değil mi?
Kış geceleri toplanıyorlar, geç vakitlere kadar öyle güzel ve saf eğleniyorlar ki zamanın nasıl geçtiği hissedilmiyor. Her evde misafir odaları var. İkram ve misafirperverlik Türklerin yaşama kudreti gibi bir şey…….”
Çok zor ve ağır bir konu olan Harem’i böyle bir kaç satırda özetlemek elbetteki mümkün değil. Ancak kendimizle, geçmişimizle barışma çabasının içinde küçük bir damla olmaktı niyetimiz.
Yazımıza bir soru ile son vermek istiyoruz:
Biz, zamanın hiç bir diliminde ve dünyanın hiç bir coğrafyasında sarayına aldığı bir köleden “valide sultan” dediğimiz zamanının “first lady”sini çıkaran bir başka medeniyet bilmiyoruz.
Siz biliyor musunuz?

www.hurrem.net

 

 

 
Yorum yapın

Yazan: 12/02/2011 in Genel

 

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

tahvil nedir

Tahvil üzerine bir çok taným yer almakta. Kýsa ve öz olarak tahvil, devlet hazinelerinin veya anonim ortaklýklarýn borç para bulmak amacýyla çýkardýklarý borçlanma senetleridir, hazine çýkartýyorsa buna devlet tahvil deniyor eðer anonim þirketleri çýkartýyorsa özel sektör tahvilleri deniyor.

Bu tahvillerin deðiþken faizli veya sabit faizli iki tür ana baþlýkta sýnýflandýralabilir.
Yatýrýmcýlar tahvili direk ihaleye katýlarak alabilirler bankalar veya aracýkuruluþlarý vasýtasýyla daha sonraki dönemlerde ikinci el olarakta Ýstanbul Menkul Kýymetler Borsasýnda iþlem görmektedir Alýþ satýþ için gene aracýkuruluþlar vasýtasýyla alabilirler bunun dýþýnda bankalarda düzenli olarak tahvil olarak alabilirler

Özel sektör tahvillerinde þirketin tahvili geri ödememesi gibi bir risk olabilir bunun dýþýnda devlet tahvilleri için böle bi risk söz konusu degildir çünkü devlet vergi vasýtasý ile her zaman para toplayabilir

Tahvileri 1 yýldan daha uzun vadeli yatýrým araçlarýdýr 5 yýl 10 yýl geliþmiþ ülkelerde 30 yýl gibi cok uzun vadeli olarak alýnabilmektedir devlet tahvili arkasýnda bir devlet güvencesi var.birinci en önemli amacý bu riski sevmeyen yatýrýmcýlar için her türlü yatýrýmcýlar için uygundur büyük yatýrýmcýda tahvil alabilir küçük yatýrýmcýda tahvil alabilir

 
Yorum yapın

Yazan: 11/02/2011 in Genel

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

is yatirim borsada alim zamani diyor..

Borsada son dönemde yaşanan gerilemeyi alım için fırsat olarak gören is yatirim.

İMKB hisse senetleri 11x 2011 F/K seviyesiyle gelişmekte olan ülke ortalamalarına göre %5 daha aşağıda işlem görüyor. Ocak ayındaki %5 gerileme sonrasında borsa 2011 sene sonu için 79,000 hedef değerimize göre %25’lik artış potansiyeli vaat ediyor. Sürdürülebilir ve yüksek büyüme hızı, düşük hane halkı borcu, sağlam bankacılık sektörü, yakın gelecekte yatırım yapılabilir ülke olma imkanı ile İMKB gelişmekte olan ülkeler arasında özel bir konuma sahip.

Bu nedenle is yatirim borsa için alış tavsiyesini koruyor. Borsa endeksini 2009 yılında %58, 2010 yılında %20 yenen En Çok Önerilenler listesi %33 artış potansiyeli ile borsa geneline göre daha iyi bir yatırım imkanı sunmaya devam ediyor.

 

bog para

 
Yorum yapın

Yazan: 07/02/2011 in Genel

 

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

Mahrem ve namahrem nedir?

Mahrem: Haram olan yani bir kadının evlenmesi dinen caiz olmayan akrabalar demektir
Nâmahrem: Haram olmayan yani bir kadının evlenmesinde; dinen bir mahzur olmayan erkek demektir.
Bu husus esasen prensiplerini şu iki ayet-i kerimeden almaktadır.
“Mü’min kadınlara da söyle gözlerini haramdan sakınsınlar namuslarını da korusunlar. Ziynetlerini ise görünmesi zarurî olan kısımlar müstesna açığa vurmasınlar. Başörtülerini de yakalarının üzerini kapatacak şekilde iyice örtsünler. Kocalarından babalarından kocalarının babalarından oğullarından kocalarının oğullarından kardeşlerinden kardeşlerinin oğullarından kızkardeşlerinin oğullarından mü’min kadınlardan cariyelerinden cinsî iktidarı olmayan hizmetçilerinden ve şehvet çağına gelmemiş çocuklardan başkasına zivnet verlerini göstermesinler. Gizle-
dikleri ziynetleri belli olsun diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hepiniz Allah’a tevbe edin ey mü’minler tâ ki kurtuluşa eresiniz.” (Nur Sûresi 31.)

“Size şu kadınları nikahlamak haram kılındı: Anneleriniz kızlarınız kızkardeşleriniz halalarınız teyzeleriniz erkek kardeşlerinizin kızları kız kardeşlerinizin kızları sizi emzirmiş olan süt anneleriniz » süt kardeşleriniz hanımlarınızın anneleri aranızdan zifaf geçmiş olan kadınlarınızdan doğan üvey kızlarınız. Eğer zifaf geçmemişse onların kızlarını nikâhlamakta size günah yoktur. Öz oğullarınızın hanımlarını nikahlamanız ve iki kızkardeşi birden nikâhınız altına almanız da size haram kılındı. Ancak geçmiş olan müstesnâdır. Muhakkak ki Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir.” (Nisa Sûresi 23)
Bu erkeklerin kimler olduğu her iki âyette de bildirilmiştir. Bu âyetleri incelediğimizde; .
Kadın için mahrem olan erkeklerin başlıcaları şunlardır:
Babası kayınpederi oğlu kocasının eski hanımından olan oğlu kardeşi erkek ve kız kardeşlerinin oğulları amcası dayısı süt kardeşi…
Erkek için mahrem olan kadınların başlıcaları şunlardır:
Annesi kızı kızkardeşi halası teyzesi erkek ve kız kardeşlerinin kızları süt annesi süt kardeşi kayınvalidesi hanımının önceki kocasından olan kızı oğlunun hanımı baldızı…
Kayınbiraderin yanında tesettürsüz oturulabilir mi?
“Bir kadın kayınbiraderinin yanında tesettür süz yemek yiyebilir mi?”
Kayınbirader kocanızın erkek kardeşidir size nâmahremdir ve dinen yabancıdır. Bunun için onun yanında el ve yüzünüzün dışında bedeninizi açmamanız gerekir. Açamadığınız gibi aynı odada ve mekânda ikiniz baş başa da kalamazsınız. Çünkü Peygamber Efendimizin kocanın erkek akrabalarının kadın için “ölüm” olduğunu ifade ederek sakınıl masını tavsiye etmişlerdir. Hadisi şerif şöyledir:
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir defasında “Kadınların bulunduğu yere girmekten sakının” buyurdu. Ensardan bir zat “Yâ Resulallah kayınlar (erkeğin akrabaları) hakkında ne buyurursunuz?” şeklinde sorması üzerine “Kayın ölümdür” buyurdular.3
Bu hadisin şerhinde İmam Nebevi der ki: “Bir kimse âdet ve geleneğe göre kardeşinin hanımıyla baş başa kalır işte ölüm budur. Söyleşinin yasaklanması yabancı erkeklerden daha lâyıktır. Hadisin doğru mânâsı da budur.”
Yani herhangi yanlış bakış veya hatalı bir davranış aile içinde birtakım kötü gelişmelere sebep olabilir. Bunun için tedbirli ve ihtiyatlı olmalı. İslâmın bu hususta bize tavsiye ettiği ölçüyü aşmamaya dikkat etmelidir. Bu durum aynı zamanda aile sağlığının da gereğidir.

Netice olarak kayınbiraderinizin yanında tesettürsüz olarak oturmanız caiz olmaz.

namahrem.net

 
Yorum yapın

Yazan: 07/02/2011 in Genel

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , ,

Bilim ve Teknik 800 hayrana ulaştı

Facebookta bilim ve teknik üzerine açılan sosyal sayfa hızla büyümeye devam ediyor.  Aktif paylaşımları ile  bilim teknik alanında toplumu bilgilendirmekte. Henüz çok yeni olmasına rağmen bu kadar hızlı büyümesi ise dikkatten kaçmıyor..

Bilim ve teknik ekibine başarılar diliyoruz.

 
Yorum yapın

Yazan: 07/02/2011 in Genel

 

Etiketler: , , , , , , , ,

İslami nikah Nikah nasıl kıyılır

Belediyedeki resmi muameleler bittikten sonra, Müslüman bir erkek, Hanefî mezhebine göre, Müslüman iki erkek şahit yanında, evleneceği kıza, (Seni hanım olarak aldım) der, kız da, (Ben de, seni koca olarak kabul ettim) derse, nikâh sahih olursa da, sünnete uygun nikâh şöyle kıyılır:
Bu devirde dini bilenler azaldığı için, nikâh kıyacak kimse, damada ve geline, Allahü teâlânın sıfatlarını sayıp, İmanın ve İslam’ın şartlarını da söyledikten sonra, (Kabul ettin mi?) diye sorar. Evet cevabını alıp, damatla gelinin Müslüman olduğu böylece anlaşıldıktan sonra nikâhları kıyılır.

Önce gelinin adını, mesela Ahmet kızı Fatma diye yazar. Sonra damadın adını, mesela Hasan oğlu Ali diye yazar. Sonra iki erkek şahidin adını, babalarının isimleriyle birlikte yazar. Sonra, uyuşulan mehr-i müecceli ve mehr-i muacceli yazar. [Mehr-i müeccelin çok olması kızın menfaatinedir. Mesela 11 Reşat altını olabilir. Erkek boşadığı zaman bu mehri vermesi şarttır. Çok olursa, basit sebeplerle hanımını boşamaz.]

Sonra, istiğfar ile Euzü Besmele’den sonra, bu duayı okur:
(Elhamdü lillahillezî zevvecel ervâha bil eşbâh ve ehallennikâha ve harremessifâh. Vessalâtü vesselâmü alâ resûlinâ Muhammedinillezî beyyenel-harâme vel-mubâh ve alâ Âlihi ve Eshâbi-hillezîne hüm ehlüssalâhi velfelâh.)

Euzü Besmele çekip, Nur suresinin 32. âyet-i kerimesini okuyup, (Sadakallahül’azîm) der, sonra, (Kâle Resulullah, “En-nikâhü sünnetî femen ragibe an sünnetî feleyse minnî.” Sadaka Resulullah. Bismillâhi ve alâ sünnet-i resûlillah) der.

Sonra geline dönüp, (Allahü teâlânın emri, Peygamber efendimizin sünneti, amelde mezhebimizin imamı olan İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretlerinin ictihadı ve hazır olan Müslümanların şahitlikleriyle, [mesela] 11 Reşat altın mehr-i müeccel ve 1 Reşat altın mehr-i muaccelle, Hasan oğlu Ali’yi kocalığa kabul ettin mi?) der. Gelin de, (Evet, bildirilen mehr-i müeccel ve mehr-i muaccel ile Hasan oğlu Ali’yi kocalığa kabul ettim) der.

Sonra damada dönüp, yine Bismillâhi ve alâ’dan başlayıp okur. (Ahmet kızı Fatma’yı, bildirilen mehr-i müeccel ve mehr-i muaccel ile hanımlığa kabul ettin mi?) der.

Her ikisine üçer kere ayrı ayrı sorar ve (Evet, kabul ettim) diye cevap alınca, (Ben de nikâhınızı kıydım) der. Sonra, şu duayı okur:

Nikâh duası
(Allahümmec’al hâzel akde meymûnen mubâreken vec’al beyne-hümâ ülfeten ve mehabbeten ve karârâ ve lâ tec’al beyne-hümâ nefreten ve fitneten ve firârâ. Allahümme ellif beynehümâ kemâ ellefte beyne Âdeme ve Havvâ. Ve kemâ ellefte beyne Muhammedin sallallahü aleyhi ve sellem ve Hadîce-tel-kübrâ ve Âişe-te ümm-il mü’minîne radıyallahü anhümâ. Ve beyne Alîyyin radıyallahü anh ve Fâtıma-tez-zehrâ radıyallahü anhâ. Allahümmea’ti le-hümâ evlâden sâlihan ve ömren tavîlen ve rızkan vâsi’an. Rabbenâ heb lenâ min ezvâcinâ ve zürriyyâtinâ kurrete a’yünin vec’alnâ lilmüttekîne imâmâ. Rabbenâ âtinâ fiddünyâ haseneten ve fil âhıreti haseneten ve kına azabennâr. Sübhâne rabbike rabbil’ızzeti ammâ yesıfûn ve selâmün alel mürselîn velhamdülillahi rabbil’âlemin. El-fatiha.)

Bu duayı Peygamber efendimiz ve bütün âlimler, veliler okudular. Bunu okuyunca, karı koca arasında, ölünceye kadar muhabbet mevcut olur, rahat ve huzur içinde yaşarlar. Evlerinden bereket eksik olmaz. Duanın meali de şöyledir:

(Allah’ım! Bu evliliği mübarek eyle! Aralarında ülfet, geçim, sevgi ve evliliklerinde sebat nasip eyle, bunları nefret, geçimsizlik ve ayrılıktan koru! Allah’ım! Âdem aleyhisselam ile Havva validemiz, Muhammed aleyhisselam ile Hatice-i kübra ve müminlerin annesi Âişe validemiz; Hazret-i Ali ile Hazret-i Fatıma-tüz-Zehra validemiz arasındaki var olan ülfeti bunlara da nasip eyle! Kendilerine, salih çocuklar, uzun ömürler ve bol rızık ihsan eyle! Âmin. Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara rehber eyle! Ey Rabbimiz, bize dünyada ve ahirette iyilik, güzellik ver. Bizi Cehennem azabından koru! Kudret ve şeref sahibi olan senin Rabbin, onların söylediği uygunsuz şeylerden münezzehtir. Bütün Peygamberlere selam olsun. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.)

 

www.namahrem.net

 

 
Yorum yapın

Yazan: 06/02/2011 in Anasayfa

 

Etiketler: , , , , , , , ,

Beyaz Altin, Pamuk…

Dunya piyasalarinda pamuk fiyatları % 2.4 yükselişle 1.8122 dolara kadar yükseldi. Analistler fiyatların artmasında panik alımlarının etkili olduğunu belirtiyor.

Fiyatların üretimin durduğu Amerikan iç savaşı sırasındaki seviyeye gelmesinde Çin’in pamuk ithalatının geçen yıl yüzde 86 oranında artmasının da payı oldu.

Pamuk fiyatları Ocak ayi ortasından bu yana % 30 yükseldi.

www.bogpara.com

 
Yorum yapın

Yazan: 06/02/2011 in Genel

 

Etiketler: , , , , , , , ,

KIRMIZIBIBERLI, PEYNIR TOST

Rumeysa‘dan güzel yemek tariflerini almak için geç kalmayın

Beyaz ekmegi ikiye yada dörde bölün.(sizin yiyebileceginiz büyüklükte )
Ikiye bölünmüs ekmegimizi bicak yardimiyla aciyoruz ve icine ince kesilmis beyaz peynirleri siraliyoruz.

Üzerine ince ince kesilmis kirmizibiberleri diziyoruz ve üzerine zeytinyagi gezdiriyoruz.
(istege göre cörek otuda serpebilirsiniz)

Ardindan son olarak ekmegimizi tost makinasina koyup ekmek kizarip peynirlerde güzelce eriyene kadar bekletip sicak olarak cayla servis yapiyoruz.
Cok cabuk yapilabilen bir tost oldugu kadar cok lezzetli mutlaka tavsiye ederim.

 

 

KIRMIZIBIBERLI, PEYNIR TOST

 

 
Yorum yapın

Yazan: 06/02/2011 in Genel

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , ,

Usûlü’l-Fıkhın Konusu

Usûlü’l-fıkıhın mevzuu kendisi ile küllî hükümlerin sübûtu açısından şer’î küllî delildir. Yani usûlcü, meselâ kıyası ve onun hüccet oluşunu, âmmı ve onun kayıtlanışını, emri ve delâletini kendisine konu edinir. Bunu bir misalle açıklamaya çalışalım: Kur’ân-ı Kerîm ilk şer’î delildir. Fakat onun tüm şer’î nassları aynı tarzda gelmiş değildir. Kimileri emir, kimileri nehy, kimileri âmm, kimileri hâss. sığasıyla varid olmuştur. Bu sîğalar, şer’î delil çeşitlerinin küllî nevîleridir. Usûlcü bu nevîlerin her birini tek tek araştırır. Sonuçta; mesela emrin îcaba, nehyin de tahrîme delâlet ettiği sonucuna varır ve kaidesini koyar: Emir îcap içindir, nahy tahrîm içindir. Bilahare fakîh, bu kaideyi alır ve Kur’ân-ı Kerîm’deki âyetleri bu kaidelere uygular. Allah’ın yasak ettiği bir şeyi, “nahy tahrim içindir” kaidesine uygular ve aksine delâlet eden bir delil yoksa onun haramlığına hükmeder. Tabir caizse usûlcünün yaptığı bir plan şablondur. Fakih de bu planın uygulayıcısıdır

 

http://www.beyan.org/node/5872

 

 
Yorum yapın

Yazan: 05/02/2011 in Anasayfa

 

Etiketler: , , , , , , , ,